25 Temmuz 2012 Çarşamba

mürekkep

CCTV Ink from Troublemakers.tv on Vimeo.

Upuzun Saçlı Kız

Kentin seçkin muhitlerinden Uptown mahallesinin en mükemmel kadını kim deseniz, soruyu sorduğunuz tüm kadınlar “tabi ki benim” derdi, ama Bridget gerçekten Uptown’ın en mükemmel kadınıydı, en azından en büyük evin, en bakımlı bahçenin, en eğitimli finonun, en yeni beyaz eşyaların ve elbette en zengin kocanın sahibiydi. Bridget’in kusursuz hayatı her ne kadar mutlulukla olmasa da haklı olarak büyük bir tatmin duygusuyla geçip gitmekteydi. Beyaz bir masa örtüsüne konmuş kara bir sinek gibi maalesef Bridget’in de mükemmel varoluşunu lekeleyen bir kusuru vardı. Tüm doktor, uzman, son icat ilaçlar ve doğal karışımlara ve sonrasında arka arkaya yapılan estetik müdahalelere karşın Bridget’in saçları dökülmekteydi. Bu bir kadını hayata küstürecek kadar ciddi bir sorun olsa da Bridget tanrının kendisi gibi bir kadını biçare bırakacağına inanmıyor, her gün yeni bir çözümün peşi sıra büyük umutlarla doluyordu.

Evliliklerinin beşinci altın yılında Bridget her sabah olduğu gibi tüm denemelerine rağmen hala şebek götüne benzeyen kafasına kızıl peruğunu yerleştirmeye çalışmaktaydı. Kocası alıştığı bu görüntüye bakmaya bile tenezzül etmeden kahvaltı için yumurtanın yanında mayonezli sos istediğini söylerken, daha önce hiç olmayan bir şey oldu ve Bridget büyük bir öğürtüyle tuvalet masasının üzerine kusuverdi. Hayatlarında bu tür tatsız sürprizlere hiç alışık olmayan karı koca soluğu acilde aldılar. Hikayemizin asıl kahramanı upuzun saçlı kızın hikayesi de işte o soğuk doktor odasında başlar.

Eve hamile olduğu gerçeğiyle dönerken Bridget’in aklında dönüp dolaşan tek soru çocuğunun nasıl saçlara sahip olacağı idi. Kendisi gibi bir kadının doğuracağı çocukların da mükemmel olacağı su götürmezdi, ama doğacak çocuğun saçları konusunda ciddi kaygıları vardı. Dokuz ay süresince Bridget olası bu kusur için alınabilecek tüm önlemleri aldı ve harika bir anne örneği olarak gerektiğinde her tür börtü böcek, iğrenç ot ve değişik hayvan uzuvlarının karışımlarını itiraz etmeden içti. Ve çabalarının karşılığında herkesi şaşırtarak dünyaya upuzun saçları olan bir bebek getirdi. Hatta öyle bir mucizeydi ki kızın saçları ertesi sabah iki katına çıkmış, bir sonraki gün beline kadar gelmiş, üçüncü gün ayak parmaklarına dolanacak kadar uzamıştı.

Bridget büyük bir hazla her sabah kızının saçlarını saatlerce yıkıyor, tarıyor, kremler ve solüsyonlarla bakım yapıyor, dilediği uzunlukta ve modelde kesip biçiyordu. Sonra da sağ eline finosunu, sol eline kızını alıp kentte gezintiye çıkıyordu. Kızının saçlarına hayran olmayan kimse yoktu. Her şey harika gidiyordu, ta ki Bridget alışveriş merkezinde mahallenin kötü niyetli ve hiçbir şeyin en iyisine sahip olmayı becerememiş yaşlı dulu Dorris ile karşılaşana kadar. Dorris aslında Bridget’in kızını gördüğünde ilk önce herkes gibi tepki vermiş, hayran hayran bakakalmış, sonra Bridget’e kızının ne kadar güzel olduğundan, ipek gibi saçlarının nasıl parladığından vs. bahsetmişti. Ama büyülenmiş gözlerini upuzun saçlı kızdan ayırabildiğinde Bridget’e dönmüş ve birden yüzünü ekşiterek “Sana hiç çekmemiş!” diyivermişti. Bridget üzerinde yeni aldığı gök mavisi tuniği olmasa düşüp bayılabilirdi, ama o tam bir hanımefendiye yakışır şekilde çenesini olabildiğince yukarı kaldırarak hızla oradan uzaklaştı. Ama o günden sonra cadı Dorris’in ne iğrenç yüzünü, ne de küstahça söylediği o sözleri unutabildi. Zamanla upuzun saçlı kızına kıskançlıkla bakmaya başladı.


Annesinin kendisine karşı artan hıncı ile upuzun saçlı kız için geleneksel sabah saç bakım seansları giderek işkenceye dönüştü. Bridget ilk olarak krem ve solüsyonlardan vazgeçti, sonra kızın saçlarını yolarak taramaya, delice modeller vermeye başladı. Hıncını alamayınca kızın saçlarını olabildiğince kısa kesmeye başladı, hatta bir gün usturayla kökünden kazıdı. Ama ertesi gün uyandıklarında upuzun saçlı kızın saçları yine lüle lüle omzuna kadar gelmişti. Bridget depresyona mı girmişti, yoksa niyeti iyice bozmuş muydu bilinmez, bir sabah kızın saçları ile uğraşmaktan tamamen vazgeçti. Kızının yokluğunu bir hafta sonra fark eden baba, kızının odasına girdiğinde yatağın üzerinde dağ gibi bir saç yığını, sonra saç yığınının en altında boğulmuş kızını buldu. Upuzun saçlı kızın kıpkısa hayatında neler yaşayıp hissettiği meçhul, ama işte bazı insan hikayelerinin sonunda soyun en küçüğünü karıncaların yediği bile vakidir.

22 Temmuz 2012 Pazar

I'am deranged

Yirmi Dört Gözlü Çocuk

Annesi anlatırdı, cadı karının tekiydi, anlatırken gülerdi. “Sen doğduğunda” derdi “dünya o kadar üzüldü ki, gök ayrıldı ikiye, içinden ellerinde yıldırım, kanatları yarasa kanadı, çirkin mi çirkin, üstüne iki kafalı iblisler türedi. Tepenin üstünde oturan aksak ihtiyarı, o sırada kazı yapan ince yağız operatörü ve Smithlerin kedisi Tüylü’yü çarptılar ilk. O gece senin doğumunla, ben saydım, 21 kadın, 13 erkek, 56 kedi ve 7 köpek öldü.” Güldükçe bu iğrenç kadının yağlı göbeği sarsılır, eksik ön dişlerinin arasından salyası akardı. Annesini yine de severdi 24 gözlü çocuk, ne de olsa annesinin bir başka hikayesine göre babasının evi terk etmesi de onun suçuydu, onun yüzündendi acı, yalnızlık ve balkonda alkol şişeleriyle gün be gün büyüyüp giden çöplük. Anlayan gözlerle baktı annesine, sonra 24 gözünü kırptı, gözleri yaşarmıştı yine. “Ağlama lan orospunun dölü!” diye bağırdı annesi “su basacak yine evi.”

Bahçeye çıktı, çimleri sulamak bedavaya geldiğinden annesi dışarıda ağlamasına sevinirdi çoğu zaman. Laneti görmek, 24 göz 24 saatten bir ömür demek ve ne çok acı var görülecek. Kapatırdı tüm gözlerini ve tanrı hınzırca kutsardı güneşi, haleli bir ışıkta göz kapaklarının önünde hayat alev alev çıplak, ardında kendi sapsarı çıplak, saklanacak yer yoktu, görmek kaderinde yazılı. O kadar çok görüyordu ki, daha bir yaşına bastığında dünyada onu şaşırtacak hiçbir nesne kalmamıştı. İki yaşında insanların eylemlerini, üç yaşında mimiklerini, dört yaşında ciğerlerini ezber etmişti. Önceleri gördüklerini körlere ve körleşmişlere ve körelmişlere anlatabilmek için büyük bir istek vardı içinde, oysa kimse görmek istemiyordu. Hani kimseye nasip olmamış bir nimet dese, o da değildi, gözünden hiçbir şey kaçmadığı için herkes ondan nefret ediyordu.


Bahçede 24 gözlü ucubenin ağladığını gören Piç Jim lakaplı haylaz komşu çocuğu sırıttı aklına gelen parlak fikirle. Kaptığı gibi yatak odasındaki aynayı, dayakçı anasının terliğini atik bir hareketle atlatarak yetişti çocuğun yanına. Jim aynayı salladıkça güneş patlıyordu 24 gözlü çocuğun beyninde. Güneş ışıkları aynada delici bir silah, 24 göze hiçbir siper yetmez, on parmak hiç yetmez. Yandı tüm gözleri, bembeyaz oldu bebeklerine kadar. Minnetle uzandı çocuğa, ahahah görmüyordu artık!! Piç Jim planı suya düşmüş, tadı kaçmış aşağılık bir hayvan, nefretle baktı uzanan ele. Sonra içindeki öfkenin sınırlarında bir zevk kırıntısı çeldi aklını, kaldırdı elini, tüm gücüyle indirdi aynayı. O gün televizyonlarda verilen haberlere göre enflasyon düşmüş, Higgs bozonu kanıtlanmış, kürtaj mutlulukla yasaklanmış ve geleneksel peynir festivalinin maskotu Şeri’nin festivalin ikinci gününün akşamı üçüz kuzuları olmuştu.