25 Şubat 2011 Cuma

Teeth - John Kennedy & Ruairí O'Brien



çok hoş bi kısa film.. adamın gülüşü bitirdi beni..

Brüksel Kısa Film Festivali and İspanya Huesca Film Festivali gibi pek çok uluslararası önemli festivalde gösterilmiş. Yönetmenlerden Ruani 10 yıldır serbest çalışan bir kameraman, Kennedy ise 3D projelerinde çalışan bir sanatçı oluyorlar kendileri.

Aldığı ödüller:
*Best Short: Galway Film Festival
*Best Short: Sapporo Festival Japan
*Grand Prix Cocette Minute: Brest Film Festival

23 Şubat 2011 Çarşamba

Uyarılmanın Yanlış Nedene Yüklenmesi: Hiç Şikayet Etme, Ekonomi Tıkırrında

İnsan olarak kendimize, yani aslında beynimize fazla güveniyoruz, oysa milyarlarca uyaranın ötesinde sayısız belirsizlik, karmaşa, oyun, oyuncu, tuzak dolu bir dünyada çoğu zaman yanıldığımızı anlamaya bile yetmiyor tek ömür.

Bir şeyler yolunda gitmiyor, günlük hayatımızda bir şeylerin eksikliğini, mantıksızlığını, acımasızlığını ya da absürdlüğünü hepimiz hissediyoruz. Peki neden sorusunu pek sormayız da sorunca insanlar neden birbirinden çok farklı, hatta birbiriyle çelişen cevaplar veriyorlar?

Beynimizin şöyle bir zaafı var. Beyin bünyede yaşanan uyarılmanın kaynağını bulmakta biraz sıkıntı yaşıyor. Öyle ki beklenmedik bir şey olduğunda, beyin suçu hemen yanında kim varsa ona atan haşarı çocuk gibi.

Nisbett ve Schachter (1996) yanlış yüklemeler üzerine bir deney yaptılar. İnsanları iki gruba ayırdılar ve iki gruba da aslında içeriği şekerden farksız ilaçlar verildi. Deney grubuna dediler ki "Bu ilaç bildiğiniz gibi değil, titreme, heyecan, kalp çarpıntısı her şeyi yapar". Kontrol grubuna ise ilacın fiziksel bir etkisi olmadığı söylendi. Sonra her iki gruptaki kişilere acı verici elektrik şoku verildi (tüm psikologların bi elektrik fantazisi var bence:). İlacın kalp çarpıntısı vb yan etkisi olduğunu sanan grup yaşadığı heyecanı ilaca yordu, yani ilacın tepkilerini artıracağı beklentisine girdiklerinden yaşadıkları acıyı olduğundan daha küçük gördüler ve elektrik şokunun o kadar da acı verici olmadığını söylediler. Kontrol grubundaki kişilerse elektrik şokunun gerçekten acı verici olduğunu söylediler ve haklıydılar, onların algısını çarptıracak bir şey yoktu ortada.

Sürekli engellendiğimiz bir labirentteyiz sanki, ne zaman çıkışa yönelsek birileri kapakları açıp kapayıp bizi dipsiz karanlığımıza geri gönderiyor. Arzu ettiğimiz hiçbir şey ulaşılır değil. Ki alt tarafı hemen herkes üç aşağı beş yukarı biraz huzur, mutluluk, değerli olmak, bir şeyde kendini kanıtlamak, bir şeyi yapabildiğini görebilmek, az da olsa diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilmek vs istiyor. Oysa bi faturayı ödemek için bile mesai saatinde zaman yaratmak ya da birisinden rica etmek, uzun kuyruklara girmek, aylık maaşı içinde gelir gider hesapları yapmak vs onlarca şey yapmak gerekiyor. Elektrik şokunu geçelim, elektrikle duş alıyoruz resmen. Mutlu olan varsa psikologa gitmenin tam zamanıdır :)

Peki bu zorbalığın kaynağını görmek, olan biteni okumak neden bu kadar zor?

Parçalı düşünce dünyaya gelmiş geçmiş politikacılar arasında günümüz politikacılarını en büyük, en başarılı ve kurnaz yapan icadtır zannımca. Öyle ki medya, eğitim, sanat, tarih, kurumlar, siyaset, her şey küçük küçük parçalara ayrıldı. Öyle çok parça var ki bu yapboz oyununa küçük hayatlarımızda vakit yok. Başı sonu belli olmayan haberler, bir varolan bir yokolan ünlüler, biraz ordan biraz burdan patates baskı bir müfredat, postmodern sanat, işbölümleri bölbölböl sayısız kurum ve giderek siyasette arzulanan yerelleşme (bölbölböl yönetimi), geçmişsiz geleceksiz bireysel hayatlarımız..

O küçük küçük yapboz parçaları arasında tam da problemimizin sebebine benzeyen o kadar çok çeldiren var ki.. Yeterince iş deneyimin yoktur, yeterince dil bilmiyorsundur, yeterince çalışmıyorsundur, yeterince zaman ayırmıyorsundur, yeterince dikkatini vermiyorsundur, yeterince yeterince yeterince yeterince değilsindir!! Oysa ekonomi tıkırında!! Bu şarkı hepimiz için geliyor, yeterince yetemeyenlere..

22 Şubat 2011 Salı

Psikopatlar ve Seri Katiller

efendim çok sıkıcı kısımla girip, eğlenceli bitirmek istiyorum..


şimdi beyni iki üç katlı bir ev gibi düşünürsek ilk gelişen kısım beyin sapı, onun üstünde gelişen kısım ise limbik sistemdir.. beyin sapını boşverin, limbik sistem duygulardan, özellikle korku, öfke, heyecan gibi yaşamın devamlılığını sağlıyan duygulardan sorumludur.. limbik sistemi beynimizin iki lobuna doğru açılmış iki yaprak gibi düşünürsek bu yaprakların her birinde amigdala isimli küçük bir merkez vardır.. bu amigdala çok önemli, çünkü kim psikopat olur/olabilir sorusuna cevabı o veriyor.. son yıllarda beyin konusundaki çalışmalarda yeni bir çağ başladı.. bu da yeni bir araştırma.. meksikada seri katiller ve normal katılımcıların beyinleri karşılaştırılıyor ve araştırmacılar buluyorlar ki bu amigdala psikopat eğilimi olan grup olarak tanımlanabilecek örneklemde daha küçük.. bu da şu anlama geliyor, normalde insanların bir hata, bir suç işledikten sonra hissettikleri o suçluluk, rahatsızlık duygusu bu kişilerde ortaya çıkmıyor.. üstüne bu kişilerin beyinlerinin düşünmekten, mantıktan sorumlu kısımları ile duygu merkezi arasında bir iletişim sorunu yaşadığı görülmüş.. yaptıkları eylemin sonucu ile ilgili de çok düşünmüş olmuyorlar yani.. yeter bu kısım diyelim, kişiliğe geçelim..

amigdalanın darlığından olacak, empati kurmakta sıkıntıları oluyor psikopatların.. birine fiziksel olarak zarar verirken kendilerini onun yerine asla koymuyorlar ya da koyamıyorlar.. kesinlikle zihinsel bir sıkıntıdan bahsedemeyiz, çünkü IQ testlerinde yüksek puan alma eğilimindeler.. amigdaladaki hormon işleyişini incelediklerinde bu kişilerin normal kişiler kadar heyecanlanmadıkları ve bir yanlış yaptıktan sonra da duygusal işleyişlerinde bir değişiklik oluşmadığı görülüyor..

çocuklukları genel olarak sorunlu, olaylı geçen bu kişiler yetişkinlikte sürekli yer değiştiren, rastgele ilişkiler yaşayan, dışarıdan psikopat olduğunu söyleyemeyeceğiniz şekilde sosyal hayatlarını devam ettiren kişilere dönüşüyorlar.. rahatlıkla yalan söyleyebiliyorlar..

ilginç olan her amigdalası küçük olan psikopat olmuyor tabi, ama bunlar çoğunlukla rekabet gerektiren işleri tercih ediyorlar.. pazarlamacı, avukatlık gibi meslekler ki yalan söylemenin, karşı tarafı düşünmemenin koşul olduğu işler bunlar.. bu tür insanlarla psikopatların beyinlerini karşılaştırdıklarında, tek farkın amigdala ve beynin mantık, düşünme merkezi arasındaki iletişimin sağlıklı olduğu bulunuyor..

yeni bir araştırma, eminim çok eleştiri alıp, daha çok düzeltilecektir.. ama çok çarpıcı olduğunu düşünüp paylaştım.. sonuçta psikopatlığın genetik olduğunu kabul edip geçmek mümkün değil, çevresel koşullar mutlaka bu işin yarısı olarak ilk elden kabul edilmeli..

BÖLÜM 2

Bir belgesel seyrettim dün, orada aktarılan çalışmalar daha eski tarihli de olsa yine önemli.. Dr. Dorothy Lewis adlı bir araştırmacı.. psikoloji alanındaki ilk çalışmaları sevmek üzerine ve çocuklarla çalışıyor.. daha sonra saldırgan çocuklar üzerinde çalışmaya başlıyor ve sayısız çalışma sonrasında hepsinde ortak bir özellik olarak genellikle aile tarafından şiddete maruz kaldıklarını görüyor.. bu çocuklara uygulanan şiddetin beyin hasarına yol açtığını düşünerek nörologlarla çalışmaya başlıyor ve çoğunda beynin ön lobunda (ilk bölümde düşünme, mantık merkezi demiştik ya, orası) hasar oluştuğunu saptırıyorlar..

ve Dr. Lewis bunun üzerine seri katillerle ilgili bir teori geliştiriyor.. seri katillerin çoğunlukla çocukluğunda şiddet görmüş ve beyin hasarı almış insanlar olduğunu, bu kişilerin normal insanlar gibi yargılanmaması gerektiğini, çünkü bir tercih yaparken normal insanlar gibi özgür iradeye sahip olmadıklarını, eylemlerini mantıken değerlendirmekte yetersiz olduklarını vs söylüyor.. hatta kimi seri katillerin mahkemelerinde savunma tarafında görüş bildiren bir bilim insanına dönüşüyor ki, kendisi hakkında şarkılar yazılmış bunun üzerine, seri katil sever felan diye..

seri katillerle yaptıkları çalışmada şu formülü doğruluyorlar hep.. çocukken taciz edilme + beyin hasarı.. beyin hasarı derken illa kafanın yarılması gerekmiyor.. diyor ki dr. lewis çocukların sarsılması bile beyin hasarına yol açabilir..

tabi dr. lewisin uzman görüşü mahkemelerde jüri kararlarını etkilemiyor ve yargılanan seri katiller 1. dereceden cinayetle hüküm giyiyorlar.. o cinayet mahallerini görüp de tersine oy kullanacak insan da tanımıyorum şahsen..

neyse programın sonunda dr. lewis şunu söylüyor.. nasıl pedofili (çocuk tacizcisi) hastalığının tedavisi imkansıza yakınsa seri katillerin de tedavisinin çok zor olduğunu söylüyor ve yapılacak en mantıklı şeyin ailelerin çocuk şiddeti uygulamasını engellemek olduğunu ekliyor..

18 Şubat 2011 Cuma

Kontrol Odağı ve Şu Olmaz Olası Dış Mihraklar

J. B. Rotter adlı bi biliminsanı tarafından ortaya atılan bir kavram kontrol odağı. Kişinin yaşadığı olaylardaki sorumluluğu kendi içindeki (çaba, irade, kişisel özellikler gibi) veya dışındaki (diğer insanlar, şans, ortam gibi) etkenlere yükleme eğilimini tarif eden bi kavram.

Genelde kişisel bi özellik olarak insanlar içsel kontrol odaklı ya da dışsal kontrol odaklı oluyorlar. Elbette hepimiz hayatımızda olup bitenleri nesnel değerlendirme kapasitesine sahibiz, ama yine hepimiz çoğu zaman bu nesnelliği yitirip olayları öznel olarak yorumluyoruz. Bu noktada içselleştirdiğimiz kimi yanlılıklar kişisel özelliğimiz olarak ortaya çıkıyor.

İçsel/dışsal kontrol odağı önemli bir kişilik özelliği. Çünkü sorunlarla nasıl başa çıkacağınızı tayin eden bir eğilim. Taa ilkokulda "ödevimi yapamadım örtmenim, çünkü" cümlesinin geri kalanı öğrencinin geleceği ile çok parlak fikirler doğurabiliyor insana.

İçsel kontrol odağında, kişi kendi davranış ve sonuçları üzerinde kontrol sahibi olduğuna inanıyor ve sorun çıktığında davranışlarını, kendini değiştirerek çözüm bulmaya çalışıyor. Ama hemen diyelim, kendini seven insan bu eğilimi abartmaz

Dışsal kontrol odağında, kişi hayatını ve yaşadıklarını şansa, talihsizliğe, başkalarına, vs ile açıklıyor. Aslında bu eğilim insanın kendine saygısını koruyan bir savunma işlevi görse de, kişinin aktif çözüm üretmesini engelleyerek (ee ne de olsa insan kaderini değiştiremez) çaresizliğe iten olumsuz tarafları daha çok.

Genelde çocukluğunda kendisine fikri sorulmayan çocukların dışsal kontrol odaklı olduğu biliniyor. Düşüncenizin bi değeri yoksa eylemlerinizin hesabını da kimse sizden soramaz yani, di mi?

Burada önemli bir nokta var ey okuyucu. Değişmez ve değiştirilebilen etkenlere yükleme yapma olayı. Örneğin kişi sevgilisinin hıyarlıklarını onun kişiliğine bağlıyorsa, kişilik kolay kolay değişmez bir etken olduğuna göre o ilişkiden umudunu keser mesela ya da yeniyetme bir başka hıyar olarak sevgilisinin kişiliğini değiştirmeye adar kendini. Ya da O.Ç. isimli vatandaş (linkli) kendisine birisi tecavüz ettiğinde sorunu giydiği eteğe ve puantiyeli parizyen çorabına bağlayacak ve çarşaf giydiğinde tecavüz sorununu çözdüğüne inanacaktır.

Neyse, dağıtmayalım. İçsel/dışsal kontrol odağının kendine has sorunları var. Kişi yaşadığı sorunların sebebini kendinde değiştiremeyeceği özelliklere bağlarsa (mizacı, zekası, yetenekleri vs) onu ağır depresyonların beklediği aşikar.

Dışsal kontrol odağında ise çevresel etkenleri değiştirmek zor olduğundan dediğimiz gibi çaresizlik meselesi var, ama aynı zamanda kişi doğru problem kaynağını saptamışsa ve bu sorun kaynağı değiştirilebilirse (örneğin ankaralıların sahillere göç etmesi) kişi kendini yumruklayıp tekmelemek zorunda kalmadan süreci sağlıklı şekilde atlatır.

Gelelim memlekete. Bir siyaset kültürü olarak memlekette gelmiş geçmiş tüm yöneticiler başaramadıkları noktada dış mihrakları suçlamak konusunda hiç edepli davranmadılar. Türkiye dış kontrol odaklı bi kişiliğe sahip ve ABD'yi bi türlü değiştiremediği için çaresizlikten kıvrım kıvrım kıvranıyor hep.

Ama R.&T.E. başka tür bi vaka. O bu eğilimde çığır açtı. Babası bunu bacaklarından sallandırdığında heralde ne düşündüğünü hiç sormamış ki o da düşünmeye gereksinim duymuyor. Ona göre her şeyin suçlusu muhalefet (herhangi bi konuda ondan farklı olmanız muhalif güç olarak görülmenize yeterli). Ama o depresyona girmiyor, neden çünkü muhalefeti değiştirebileceğine mi inanıyor, hayır o muhalefeti yok edebileceğine inanıyor :) Gerçekten sanrılı bi hal bu.

Maalesef kişilik dirençli bir yapı, kolay kolay değişmiyor. Travmatik yaşantılar dışında insanın içsel/dışsal kontrol odaklı eğilimlerini değiştirmek pek mümkün değil. O yüzden memleketin bu dışsal kontrol odak problemi de çözülmez gibi derken dışsal kontrol odaklı bi yorum mu yapmış oluyorum şimdi? Peki R&T.E.'yi tüm kötülüklerin anası gibi algılamam çok mu sanrısal?? Bütünüyle kuşkudayız.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Pedofili ve Hadım Yasası: Uccundan Azcık

konu hassas konu, kriminal ya da psikoloji bilimlerinin ötesinde, etik, siyasi, kültürel bi konu.. toplumun tüm kesimlerini ilgilendirmesi çok normal..

psikolojik rahatsızlıklar içinde belalı bi alan pedofili.. akranları ve ailesi ile sağlıklı ilişki kuramayan, sosyal açıdan gelişmemiş, içine kapanık bu sorunlu grup genelde 40-70 arasındaki erkeklerden oluşuyor.. ve gözlenen problemli davranışlar genelde çocuklara pornografik resimler gösterme, çocukların önünde cinsel ilişkiye girme vs şeklinde başlayıp zamanla uygunsuz dokunma ve tecavüz ile devam ediyor..

denenen terapi tekniklerinin başarılı olmadığı bir hastalık.. psikoterapi, grup terapisi, davranışcı-bilişsel terapiler nafile, bu tanıyı almış kişilerin çocuğu algılayış biçimi değişmiyor..

ama ilaç tedavileri de -hormon tedavileri ve kimyasalla hadım dahil- bir o kadar başarısız.. hadım edilen hastaların çocukları taciz etmekten vazgeçmediği gözleniyor hep..

adli psikoloji dersinde hiç unutmadığım bir konuyu tartışmıştık tüm sınıf.. ceza meselesi.. toplum adına devletin, suç işleyenlere karşı, toplumu korumak ve madur kişilerin çiğnenen haklarının karşılığında önlem ve eylemde bulunması, çoğunluğa katılarak modern toplum hayatının devamı için şart diye düşünüyorum, pedofili gibi örnekleri göz önüne alınca özellikle anarşist düşünce bana göre naif kalıyor.. ancak suç kavramının tanımı, suç teşkil eden davranışların kapsamı ve uygulanan ceza siyasi-ideolojik mevzular.. bunların içinde ceza meselesi etik meselelerle daha ilgili..

neyse bahsettiğim bu derste cezanın geri dönülür olma konusunu tartışmıştık.. yani devlet gerçek suçluyu yakalamanın garantisi veremeyeceği için (her ne kadar delil-tanık zinciri bunu garantilemeye çalışsa da her zaman yanlış karar olasılığı var) verilen cezanın geri dönüşü olmasının modern hukuk yasalarında önemli bi unsur olduğunu söylemişti hocamız.. örneğin idam cezası günümüz hukuk disiplinindeki gelişmeler düşünüldüğünde, problemli bir ceza uygulaması.. hadım meselesi de bunun gibi birçok tartışmayla kucak kucağa..

açıkçası batı toplumlarında olduğu gibi konuya pedofili hastalarının bireysel hak ve özgürlükleri açısından bakacak kadar hümanist değilim.. tedavisi mümkün olmayan bu kişilerin ömürleri boyunca onlarca çocuğa tacizde bulunduğu biliniyor.. hapis cezası alanların tahliye olur olmaz yeni kurbanların arayışına girdiği çok sık rastlanan bir durum, çünkü ortada kontrol edilemeyen bir dürtü var..

sanırım önemli nokta pedofili tanısı koymak için kişinin tekrarlayan bir davranış örüntüsü göstermesi gerektiği.. yani 14-15 yaşındaki çocuklarla evlenen pis herifler başka tür bi .erefsizlikten müzdarip..

peki psikolojik ya da kimyasal tedaviler işe yaramıyorsa ne yapmak lazım.. çocukların yanına yaklaşmama kuralı ile salıverilen bu sapıkların (başlarım bilimine, .erefsiz herifler) hepsinin başına polis dikmek mümkün olmadığına göre yeni bir suç işlemelerini ve bunun kanun güçlerince ispatlanmasını mı beklemek gerekiyor..

görüşüm çok marjinal.. ama nasıl ki şiddete eğilimli ve tedavisi mümkün olmayan birçok akıl hastası ömürboyu hastaneye yatırılıyorsa, bence bu kişilerin de ömürboyu kapatılması gerekiyor.. çünkü eğer hukuk disiplini çerçevesinde tartışacaksak hapis cezası suçluların islah edilmesi amacı ile uygulanır, oysa konu olan kişiler islah edilmesi bilimsel olarak imkansız görünmektedir.. mağdur kendisini savunması mümkün olmayan çocuklar olduğu için de onları korumak öncelikli olmalı..

gündemdeki hadım tartışmasını beyhude buluyorum.. bu tartışma kişi hak ve özgürlükleri çerçevesinden dışarı çıkamayacaktır, suçun işlenmeden önlenmesi konusu ise sorulmayacak bile..

5 Şubat 2011 Cumartesi

Kök salmak

Balıktı, Kısa ve Uzun Süreli Bellekti ve derken Ulan bu memleket adam olur mu H.M.?

Bugün bilimsel bir yanlış anlamayı düzeltmek gibi ulvi bi amaçla yazıyorum. Bu memleketin insanlarını çok yanlış anladık, artık buna dur deme zamanı.

Bilimsel metin geleneğini koruyarak başlayalım, önce hipotezi yazalım.
H1 hipotezi: "Bu millet balık hafızalıdır"
H0 hipotezi: "Bu milletle balık hafızası arasında anlamlı ilişki yoktur."


Bilim adamlarına sordum, işiniz gücünüz yoktur şimdi siz balıkların da hafızasını araştırmışsınızdır diye, ama bulduğum makaleler fazla bilimseldi -beyinde kimyasal hareketler vs diyodu- anlamadığım için bu konuda literatürü özetleyemeyeceğim.. Ama balıklara büyük ayıp yapıldığını anlayacak kadar da balık literatürüne hakimim artık. Nemo yalanmış arkadaşlar!

Her ne kadar balıkların kısa süreli bellekleri ile ilgili özel bi araştırma bulamasam da balıkların göç yollarını, saldırı anında saklanılacak yerleri vs öğrendikten sonra yıllarca akıllarında tutabilecek kadar aklı başında olduklarına dair yazılanlardan, balıkların kendilerine yetecek kadar kısa süreli bi belleğe sahip oldukları çıkarılabilir. Uzun değil, istirham ederim, kısa. Neden, çünkü kısa süreli bellek bilginin ilk depolandığı yer olup, orada işlenip "ha bu bana sonra lazım olur" diye uzun süreli belleğe atıldığı yer.

Balığımın hafızası var mı yok mu?
Bi de avrupalı çok modern, araştırıyo, ya ilkokul ya ortaokul öğrencisi gıcık oldum, hani bu sene sonu projeleri oluyor ya bunların, evdeki balığı ile bi deney yapmış!! Balığına yem vermeden önce legolarını atmaya başlamış akvaryuma, annesi de "çekil lan oradan, kırdın kırdın" dememiş, çocuk deneyi sıhhatle bitirmiş. Sonunda balık kırmızı legoyu görür görmez yem noktasına yüzmeyi öğrenmiş, diğer renkteki logolarda çocuk yem atmayarak ne kadar tutumlu olduğunu göstermiş oluyo hem. Neyse koşullama meselelerine girmezsek, deneyin sonucundan şunu çıkarabiliriz: insanoğlu zalimdir, kendi türüne yüzyıllardır gereksiz bi yığın bilgiyi öğrenme zorunluluğu getirerek işkence etmekle yetinmemiş, balıklara da logo mogo abuk subuk şeyleri öğretmeyi başarmıştır.

Balık konusunda netleştik sanıyorum (artık bu hayvancağıza lütfen haksız hakaretlerde bulunmayalım), memleketim insanına gelelim. Bu memeli tür ortaya çıktığında eminim antropologlar çok heyecanlanmıştır ama bizim bu göçebeler bazı konularda gerçekten biliminsalarını hayalkırıklığına uğratacak kadar barbardılar. Ama o hırsla bilim intikamını alır gibi yok balık hafızalı bunlar, yok uzun süreli hafızalarında hiçbi şey kalmıyo felan dedikoduları çıktı. Külliyen yanlış. Bunu da cesur bi haber programı sayesinde öğrendik. Daha yeni yapılan referandurumu soran muhabire memleket insanım "evete oy attık diyerek" hepimizi aydınlattı. Aynı muhabir arkadaş bilimsel bi eğitimden geçseydi, hemen oy sandığından sonra sorardı aynı soruyu ve görürdü ki bizim insanımız kısa süreli hafıza sorunları yaşıyor.

Kısa Süreli Bellek ve Beyin
Bellek çalışmalarında H.M. diye tarihe geçmiş bi insan vardır. Kanadalı bu arkadaş şiddetli epilepsi hastasıdır. Psikopat bilimadamları bu arkadaşın acısını fırsat bilip temporal lobundan bi bölgeyi ameliyatla çıkarmışlardır. Garibim, epilepsi krizlerinden kurtulur ama belleği ziyan olur (aklıma geldi şimdi, Yalçın Küçük hocam RTveEnin de epilepsi hastası olduğunu söylüyo, keşke bu ilk tarihi operasyon onda denenseydi, tüm memleket kurtulurduk valla). Adamcağız kısa süreli belleğinde bilgileri hepimiz gibi uygun bi süre saklayabildiği halde, uzun süreli belleğine bi türlü atamaz olmuştu. Dolayısıyla ameliyat sonrasında H.M. yaşadığı ya da öğrendiği hiçbir şeyi hatırlayamaz olmuştu. Her sabah daha ameliyattan yeni çıktığı günü yaşıyordu.

36°-42° Kuzey enlemleri, 26°-45° Doğu boylamları
İşte bizim bu memleket insanı da temporal lobuna ağır bi "darbe" almıştır zamanında, ondan müzdariptir. Bi cehennem zebanisi tarafından cehennemin en orijinal işkencesine tabi tutulmuş, aynı günü sonsuza kadar yaşamaya mahkum edilmiştir. Yeni bilgileri eskileri ile ilişkilendiremeyen, dolayısıyla öğrenme becerisinden yoksun bu sakatlanmış varlık artık kriz geçirip sokaklara dökülmese de varlığındaki eksikliği ruhunun en derinlerinde hissetmekte ama ona da bi anlam verememektir. Temporal lobumuzu geri istiyoruz diye dövizler hazırladım, bilimsel kayıtlara geçsin lütfen. Aktivist bilim insanı.