12 Eylül 2011 Pazartesi

10, 9, 8



Yükseliyormuş, duvar, yükseltiyorlarmış. Sesleri duyuyor musunuz? Bakın yine… Bu çığlık… sanki… bilemiyorum… Umarım ciğerlerin parçalanır orospu sus artık! Bağırmayı bırak. Lütfen, yalvarıyorum -sessiz ol-

Çok büyük bir felaket içinden çıktık. Detayları hatırlamıyorum. Televizyon unutmamızı istemiyordu. Kusan kadınlar, çocuklar, eriyen süzülen insan görüntüleri, durup dururken yere düşen insanlar. Kötü bir gündü. Kaçarken yerde yatan insanların üzerine basanlar, birbirini çekip düşürmeye çalışanlar.Görüntüler onlara bakıyordum (Antidepresan kafamla ve tabi antidepresan gözlerimle, ekrandan onların gözlerini görebiliyordum, daha önce hiç göz görmemiş mi?)

Antidepresanlar avuç avuç… Doktor "Onların gözlerine bak ne kadar mutlu olduklarını gör ve bunu bir düşün” diyordu. (Virüslü olsaydım kaçmazdım, sonra duvarlar, orda kalanlar, duvarların arksında kalanlar)

Bir günde yaptılar kocaman yüksek kalın beyaz duvarı. Bazen gece boyunca susmuyorlar. Sabahın erken saatlerine doğru sesleri biraz azalıyor ama ertesi gün yine… Ordan bağırıp duruyorlar. Ben ilk zamanlar duvarları yapmaya başladıkları ilk zamanlar arka tarafa gidip gizlice onlara ekmek atıyordum sesleri kesilsin diye ve bazen bir kaç şişe su. Fakat sustular mı? Hayır. Hatta daha fazla bağırmaya daha fazla çığlık atmaya başladılar. Bende bıraktım.

“Açım, biz burda çok açız lütfen” “Biz…” (Bunu söylemelimiyim) ”Biz burda çok açız ve başka çaremiz yok” (Söyleyemem, söyle) ”Biz birbirimizi yiyoruz orospu çocukları” ” Biz açıklıktan birbirimizi yiyoruz” (Arkada kaç kişi var?)

Duvarları yükselttiler sonra biraz daha… Açıklamalar ardı ardına geliyordu. “Duvar gerekliydi” ” Duvar bizi kurtardı artık hastalık yayılmayacak” Hepimiz derin bir oh çektik.

Hastanedeydim, insanlar durmadan konuşuyorlardı. ” Büyük felaket…” ” Hastalık yayılıyor” Hastanedeydim çünkü depresyondaydım. (Bağırmak istedim depresyon yayılıyor, depresyonum yayılıyor!)

Sevgilim… O gitti… (Çok acı… daha acı verici bir şey düşünemiyorum) Hayır hayır o gitti… Gitti… ( Derin derin nefes al, burnundan al ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et nefes al 10…9…8…7.. iyiyim, çok iyiyim, iyi biriyim 6…5…4…3…2…1.) O gitti…

Hastalık… Televizyon… ” Bugün 7 kişi öldü” . Olabilir dedim içimden olabilir insanlar ölebilir doğanın dengesi bu. Ama insanlar birbirini terk edemez… Eder… Ama birden bire edemez. (Siz ölüyor olabilirsiniz ama sevgilim de beni terk etti) İçim o kadar acıyordu ki… İçim… Günler geçiyordu yada geçtiğini söylüyorlardı ve insanlar ölüyordu. “Size de bulaşabilir” dedi TV. Sorular soruyorlardı. ” Bence orası bir an önce temizlenmeli” ” Bence hasta olanlar bir yere toplanmalı” Herkesin bir bencesi vardı.

İmza kampanyaları. Ben de imzaladım (Virüs kapanların kendi kaderleriyle baş başa kalmalarını onaylıyorum. Altına en güzel imzamı attım). Umurumda değil… Umurumda değil… ( Ben kendi kaderimle baş başa bırakıldım, hiçbir şey olmuyor yaşamaya devam ediyorsun)

Tek hatırladığım… “Biz burda çok açız ve başka çaremiz yok” Bir günde yaptılar. Bunu hatırlıyorum. Bu bir başarı hikayesi. Hastalığın daha fazla yayılmaması için düşünülen önlem çerçevesinde duvarların yapılmasına karar verildi. Duvarların yapımına bugün başlandı ve duvarlar bugün tamamlandı.Harika haber… Hasta olanlar duvarların arkasında kalacak. Hepsi orda…. Gerekli yardım yapılacak TV öyle söyledi.

Sevgilim… Onun için endişelenmiştim ya hastalığı kaparsa diye. (Keşke hasta olsaydı) Hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim, elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik. (Keşke hasta olsa)

TV duvarı unuttu, arkadakileri unuttu. Ben hala onları duyuyorum. Evim işkence bahçesi. Belki taşınırım… Ses… Sadece ses.Onların o korkunç sesi… Duvarları yükseltiyorlarmış. ( Seslerini kesseler daha iyi olur)

Ben kötü biri değilim (Hayır hayır o gitti…o gitti… Derin derin nefes al burnundan al ağzından ver, saymaya başla, nefes al 10…9…8…7… nefesalmaya devam et 6…5…4…3…2…1

İyiyim, ben çok iyiyim, ben iyi biriyim. ( O gitti…) Sadece… sadece uyuyamıyorum.

Hayat ve Kötü Oyuncular

Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar depreminden yeni çıktım, sağ kurtulabildiğimi iddia etmeyeceğim. Aklıma, ruhuma rengini çaldı Hikmet, artık yakamı bırakmaz. Kitabın sonlarına doğru daha yeni alışmıştım ona ve su gibi akıyordu sayfalar.

İçimde en çok yer eden kısmı Hikmet'in Hüsamettin Albay'la yaptığı konuşmaları Sevgi'nin evinde bir küçük kalabalığa anlatış bölümü.

'Oyunlar,' dedi, 'Oğlum Hikmet, gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynamayan oyunlardır.' Neden gerçeklerden kaçtığımı ben de böylece anlamıştım.

Bana düşen ya da kendimin gönüllü olduğu rollerden hiçbirini doğru düzgün oynayamamış kötü bir oyuncu olduğumdan o "bazı güçlükler" tanımlaması bir açıklama getirdi sanki çarpık varlığıma. Eğer prova yapma şansım olsaydı, bir tiyatro hocası tutmuş olsaydım ya da biraz sonra yaşanacakların metni elime verilseydi ben de kendimi daha iyi oynayabilirdim belki :)

10 Eylül 2011 Cumartesi

6 Eylül 2011 Salı

Ters Dut

Bir kız tanırdım eskiden, sürekli hayal kurardı. Kış olunca yazın, yaz olunca karın hayaliyle otururdu pencere önünde. Şımarıklığını hoş görebilirseniz, güzel hayalleri olduğunu da fark ederdiniz. Çocukların ve kedilerin mutlu olduğu dünyalar yaratabilirdi örneğin ya da bir denizi 1000 farklı şekilde resmedebilirdi. Hayatın kendine göz kırptığı zamanlarda, hayallerinden biri mutlaka gerçeğe dönüşürdü. Belki o yüzden hayallerini gerçeklerden daha çok önemserdi.

Ama bir sorunu vardı hayalci kızın, ne zaman hayallerine sevdiklerini dahil etse en kötüsü olurdu. Hiç deniz görmemiş annesini sahile götürmeyi hayal ettiğinde tsunami, hiç yükseğe çıkmamış sevgilisini gökdelene çıkarmayı hayal ettiğinde deprem olurdu, böylece hayalleri hep başına yıkılırdı.

Tanıştığımızda tahta bir banka kafası üstüne oturmuş sevdikleri için tersten hayaller kurmayı deniyordu. Belki hayat tam o sırada göz kırptığından ya da bu şımarık kıza bir ders vermeye karar verdiğinden olacak, bir ağaca dönüştü gözlerimin önünde; ters duta. Aynı hayalleri gibi meyvesi içinde kalmıştı. Meyvesini yemek için eğilip dalları arasına girmek gerekince fısıldadı bana, “hayallerini paylaşmayan insanları kendine katamazsın." Umursamadım elbette, ne de olsa karşımdaki sadece bir ters duttu.