25 Aralık 2010 Cumartesi

Vay Be Ego, Neydin Ne Oldun..

Vay be ego, neydin ne oldun başlıklı bu garip yazıda ego neden tü kaka oldu onun cevabını arayıp bulamayacağım.

Psikolojide ego, bireyin birbiriyle ilişkili tutumlarından meydana gelen gelişimsel bir oluşumdur (yani büyüdükçe, yaşadıkça gelişir). Tutumlar da şunu anlatmak için, hani kişinin kendi bedenine, etrafındaki nesnelere, ailesine, insanlara, gruplara, sosyal değerlere, kurumlara vs. genel yaklaşımını ve kişinin bunlarla davranışını belirleyen ilişkisini tarif etmekte.

Ego yerine, benlik ya da benlik anlayışı kavramları da kullanılmaktadır (hoş yeni yayınlarda bir ayrım getirilmeye çalışıyor ama işte türkiye'de bilim gelişecek de terminolojisi olacakmış da biz görecekmişiz, neyse).. tabi buradaki ego freudian psikojide olan ego ile farklılıklar gösteriyor.. Yakın dönemde gelişen bu ego tanımı onu ölçülebilir, test edilebilir hale getirirken kültürel farklılıklara da açıyor..

işte bu uzun girişten sonra ana meseleye gelebildim, kültürel farklılıklar.. üzgünüm ego kelimesi "egosu şişkin insan", "adam sadece ego", "egosu tarafından yönetiliyor" vb.de olduğu gibi ilk ne zaman kötü anlamda kullanılmaya başlandığını bilmiyorum.. dilbilimciler bunu nasıl öğreniyor onu da çok merak ediyorum ya neyse, benim tahminim 1980'lerden sonradır.. kesinlikle yanılıyorsunuz, yazım siyasi-ideolojik bir çözümlemeye gitmiyor..

80ler deyince üzerinize gelen şoku attıysanız devam edelim.. bu yeni dönemde türkiyede bir şey oldu, "birey" yeniden tanımlandı ya da tanımlanan başka şeylerle yeniden şekillendi.. serbest pazar ekonomisi, tüketim, "çağdaş" insan kavramı, kentler, yeni kent hayatı (ki türkiyede taş çatlasa, her şeyi zorlasak 15 tane kent vardır, kent tanımımızı nüfus sayımı ile yapmıyorsak tabi) vs önemli bir şeyi değiştirdi..

sosyal psikolojide baba bir konu vardır, bireyci kültürler ve toplulukçu (kollektivist) kültürler.. yapılan araştırmalarda birey toplum ilişkisinde inanılmaz farklar bulunmuştur.. işte tabi önce itaat, grup baskısı, liderlik gibi konular incelenmiştir ama sonra bunlar çeşitlenmiş, kişilik, kimlik, aile ilişkileri gibi konuları da kapsamıştır..

çiğdem kağıtçıbaşı dünyaca tanınmayı başarmış iki türk psikologdan birisidir ve bireyci/toplulukçu kültürler ayrımına psikoloji dünyasını şaşırtan yeni bir yaklaşım getirmiştir.. bu sınıflandırma eksiktir demiştir özetle ve iki boyut değil dört boyut vardır demiştir vs.. türkiye bu yaklaşımın en önemli örneğini oluşturmuştur, çünkü geniş ölçekli birçok araştırmada türk insanı hem bireyci, hem toplulukçu boyutlarda yüksek puanlar almıştır.. bunu doğal olarak takip eden soru "geçiş döneminde miyiz" olmuştur.. doğudan batıya yolculuk..

ben geçiş döneminde olduğumuz kanısında değilim, bunun sebebinin de türkiyenin siyasi eğilimleri ve tarihi ile ilişkili olduğunu düşündüğümü belirtip geçiyorum..

ama işte 80 sonrasında bireyci boyutlarda hız artıran insanlarımız (kendisini kendi kişisel özellikleri, yetenekleri, başarıları ile tarif etmeye başlayan, kariyer hedefleri, sosyal ilişkilerde değişen yaklaşımları öne çıkan insanlarımız, yani biz, yani o kentli azınlık) toplulukçu boyutumuzla kızılca bir çelişkinin kucağına düşüverdik.. kariyer meraklısı züppeleri taştan ekmeğini çıkaran yiğit hep rezil mi edecekti; kıskançlık iyi mi kötü müydü; kadın tatlı, latif ve narin mi olmalıydı yoksa "ben senin aşağıladığın, hor gördüğün o fakir kız değilim artık" diyen güçlü, güzel, dediğim dedik kadın mı olmalıydı; tavuğu elle yemek ayılık, çatalla yemek görgüsüzlük müydü; ya çok okuyan entellere ne demeliydi, gelenek göreneklerimizi değiştiren, eski köye yeni adet getiren bu garip toplam geleceğimiz miydi entel dantel diye dalga geçilmesi gereken züppeler miydi; selvi boylum al yazmalım sevgi diyordu, ama otostopçu genç kadın "böyle kadere lanet ederim" deyip yeni bir hayatın peşinden eski hayatına yakalanmamak için olanca gücüyle kaçıyordu..

bence "ego" da bu kargaşada linç edilen masum kurbanlardan biridir.. mütevazi olmayı, önce büyüklerin konuşmasını, olup olmadık yerde konuşmamayı, kendini çok beğenmemeyi, alçakgönüllülüğü, uyumlu olmayı salık veren toplulukçu yanımız birey olmayı yeni yeni deneyen, benim de isteklerim, düşüncelerim, kendime göre kurallarım var diyen yeni yüzüne anlayış gösteremedi.. o tökezledikçe onunla dalga geçti.. kendisinin hor görüldüğünü anlayan bireyci ama daha toy yeni varlığımızsa "aman banane elalemden, ben kendi havama bakarım" umursamızlığına tav oldu.. derken "ben olmak" için çıkılan yolda tukaka olduk, kendimizi kendimiz anlayamaz hale geldik..

Kendi zamanından bugüne "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" diyen büyük arifi saygıyla anarım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder